Friday, September 4, 2009

part 5-boğulma


'Herkesin başına gelebilirdi , tabii balıklar hariç herkesin..Mesela bir kuşun başına gelebilir, kanatları kopmuş bir kuştan bahsediyorum..' .Küçük Michelle korkudan ağlıyor ve gizlenmek için bir delik ararken kendini Gwen'in anaç güzel kollarına bırakıyordu.Tüm bunlara rağmen kahkahası bitmek bilmedi Jowell'in..Bir elinde zavallı martıyı tutuyor diğer elinde sivrilttiği bıçağı yukarı kaldırarak gök yüzünde parıldamasını izliyordu zevkle.O gün kapalı, yağmurlu ve kasvetli bir hava hakimdi Manhattan'a.Hani bulutların işi gücü bırakıp aşağılarda neler oluyor merak etiikleri ve hep birlikte alçalmaya ant içtikleri cinsten..Tüm o çocukların tuhaf bakışları altında Jowell elindeki martıyı yukarı kaldırdı ve onun kanatlarını kesti tek bir bıçak hamlesiyle.Önce sol ardından da sağ kanadını..Zavallı martının çığlıkları feryat olup gökteki bulutları aşmak üzereydi sanki, bu sırada bu anormal desibelli sesten rahatsız olan amerikan aileleri komşularının avcılık hobilerini beğenmemelerine rağmen, saygı duymaları gerektiğine kendilerini inandırdılar ve bu rahatsızlığı geçiştirmenin en iyi yolunun kumandaya sarılıp tv nin sesini sanki önemli bir boks maçı ya da ulusal haber ekrandaymışcasına yükseltmelerine neden oldu.Bir kumandayla herşeyi halledebiliyor olmak, doğrusu, bu güzel bir histi.
Oysa dışarıdaki kanlı manzarayı örtbas edecek ne kumanda ne de başka bir kontrol aleti yoktu, bulutlu ve mavi gökyüzünde kırmızı kan ve çığlıklar tüm Manhattan'ın Sugrattshall kasabasında yankılanıyordu bu kasabada oturan zavallı çocukların gözlerinin önünde.Ardından Jowell'in kahkahaları martı çığlığına eşlik etmeye başladı.Bu sırada çocuklardan en küçükleri demir parmaklıklı oyun alanında-, parmaklıklara tutunup kusuyor, ve korku içinde onları evlerine taşıyacak birinin görünmesini bekliyorlardı.
Gwen bu vahşete daha fazla dayanamayacaktı:'Yeter ama artık, Jowell..O kuşu rahat bırak!'
'Hay hay tatlım, sen nasıl istersen, diye bağırdı Jowell, uzamış kahkulunun arkasından beliren yeşil çekik gözlerinde büyük bir alaycılık ve hükmetme sevgisi seziliyordu ,rüzgara çoktandır kana bulanmış siyah-beyaz enine çizgili t-shirtüyle oynamayı kesmesini emredercesine üstünü düzeltirken..
Manhattan'ın bu ufak ve sevimli mahallesi Sugrattshall 'ın Manhattanlilar için özel bir yeri vardı, tüm şehrin su şebekesinin Sugrattshall kaynaklı olması.Bu sevimli yeşil eyalet şehrin su ihtiyacını karşılamakla kalmıyor aynı zamanda ManhattanWaters. isimli şehre su sağlayan özel şirketin tüm çalışanları da burada yaşadığından adeta bir lojman görevi görüyordu.Sugrattshall'de yaşayan çocukların anneleri, veya babaları veya her ikisi birden ManhattanWaters için çalışıyordu.Gwen'i tek başına büyütmekten erken yaşta saçları beyazlayan annesi Rita gibi, tüm ailelerin de yüreğine korku salan Hitts'lerin en küçük oğullarıydı Jowell Hitts ve aile namını sürdürmeyi istercesine etrafa dehşet saçıyordu.İşte herkesin konuşmaya korktuğu sekiz yaşındaki bu küçük diktatör ağzını açtı ve '
Elbette Gwen.Bunu öğrenmenin vakti geldi' diye ekledi, 'Artık tek boğulan canlı türünün baban olmadığını, insandan başka türlerin de elbette boğulabileceğini canlı canlı izleyerek öğreniceksin..hayat dersi bir...'
Attığı korkunç kahkaha dinmek bilmiyordu, 'bu zavallı kuş mesela ..' dedi Jowell sesini alçaltmış, etrafındaki herkesin ilgisini toplamış olmanın verdiği hazla gülümseyerek konuşuyordu..
'Artık uçamaz, öyle değil mi...' .Bir öğretmen edasıyla oyun parkını turlarken ağlayan küçük çocukların arasından dolaşıyor ve yarattığı kaos ve karmaşanın sonuçlarını gözlemliyordu.Sonra söz verircesine çocuklardan birine doğru eğildi.Dört yaşında pembe elbiselerini giymiş saçlarını iki yanda toplayan kurdelalı zenci kızı Katie den başkası değildi bu.'Ne düşünüyorsun Katie, sence de artık uçamıyor olması büyük bir yazık, öyle değil mi.Ama belki bu kanatlarla' etrafını sarmış yardakçılarından sıska Ethan ve arsız Johnny anlamış gibi bir köşede duran kanatları alıp yukarı kaldırdılar ve herkesin onları görmesini sağladılar..Hoşnut kalmışlığını gösteren ufak bir jestle, durumu onaylayan Jowell konuşmasına devam etti artık hiçbir şey duymuyorlardı yalnızca Jowellin parıldayan dişlerini ve şeytani gülümseyişini duyuyorlar arada bir kanatsız kuşun içme suyu yatağı yapay göletin üzerinde bıraktığı tüyleri ve kanı görüyorlardı.Acıdan dolayı uyuşma diye tanımlanabilirdi durumları Jowellin onları esir almasından bu yana tam bir saat geçmişti ve ilk on beş dakikanın sonunda hissedilen üzüntü, kaygı ve endişe yerini duyarsızlık, bıkkınlık ve vurdumduymazlığa bırakmıştı.Jowell göletin yanından ayrıldığındaysa hepsi tek bir kelime bile söylemeden evlerine dağıldılar, acıkmış ve yorulmuşlardı ve annelerinin sofraya koyduğu yemekleri hiç şikayet etmeden yediler.

Sekiz yaşından gün almaya başlayan Gwen yeni taşındıkları semtte akşamüzerleri birlikte vakit geçireceği çocuklardan hiç hoşlanmamıştı.Eski mahallesini özlediği filan da yoktu aslında, amerikanın tüm eyaletlerinde tüm orta sınıf yerleşimlerde durum aynıydı: ip atlayan kızlar, bebek oynayan kızlar , bisiklete binenler ve farklı şeyler deneyenler..Günün birinde bir banker ya da hemşire olmayı dileyen kızlar ip atlardı, keşfetmeyi seven tatlı ve naif kişiler bisiklete binerdi, ama büyük bir sessizlik eşlik ederdi bu yolculuklarına, sessizliğe alışkın olmayanları rahatsız eden ve bir türlü bozulmayan bir sessizlik. Gwen bir yerlerde bu sessizliğin adına 'huzur' denildiğini okumuştu.
Bebeklerle oynayan kızlar popüler kızlardı ve bu kızlar genelde annelerinin elbiselerini giyip makyaj da yaparlardı.Gwen ise, annesinin onu evde ilk kez yalnız bıraktığı günü dün gibi hatırlıyordu, ilk özgür anındaki seçimi, bu anı değerlendirmek için verdiği karar, harekete geçirdiği eylem onu tanımlıyordu ve karakterini, ve bu ikili 'Gwen ve kızmak' tan ibaretti.Elbette, kızmak! Gwen'in işiydi bu..Zamanla agresif tavırlarıyla onu kabul edemeyen toplum karşısında sakin durabilmeyi öğrenmişti tabii, edilgen kalabilmeyi de öyle..Ama bu içten içe öfke tohumlarını kurutmuyor aksine onların toprak altında kök salıp yerin derinliklerine ilerleyen toprak altı bitkileri gibi öfkenin içine sinmesine neden oluyordu.Arada bir yaşadığı öfke nöbetleri sonrasında Gwen, içindeki tohumları dışarı kusmuş olmanın getirdiği rahatlıkla bir anlığına da olsa huzur hissedebiliyordu.Ardından yine öfkelenmeye başlardı, örneğin tv de gereksiz yere uzayan star kahkahalarına, bozulan zile, ısrarla çalan telefona, ödenmesi gereken buzdolabının üstene yapışmış faturalara..Eski erkek arkadaşlarına, annesine, Tanrıya ve herşeyden sorumlu tuttuğu zihnine...

İşte sekiz yaşında ilk kez hissetiği günden beri onu yalnız bırakmayan duygunun adı 'öfke'ydi ve o günü hala dün gibi anımsıyordu hala Gwen..

Blog Archive