VIRUS IN THE CITY part 1
Bir bilimadamı olarak her zaman obsesif tavırları ve mesafeli tavrıyla insanlardan uzak kalmayı tercih eden Dr. Ben Reisenstein; o gün ilk kez kontrol edemediği bir duyguyla boğuşurken yakaladı kendini..
Hayır, bu duygu karbon sülfatta gerekli karbon molekülü sayısını bir anlığına unutup yeni baştan başlamasına benzemiyordu. Ya da yağlanmış saçlarını hayatında bir kadın olmadığının işareti olarak algılayan iş arkadaşlarının ona fırlattığı acıyan bakışlar karşısında ne tepki vermesini gerektiğini bilemediği anlardan biri gibi de değildi hiç.
Kısaca öyle işte der geçiştirirdi, öyle işte, bir sevgilim yok ve hayatımı sağlama alacak kadar para kazandıracak o mükemmel formülü de henüz bulamadım.
Hiç şüphesiz bundan kastı patentini alabileceği bir ilaç formülü ya da sanayide yeni bir çığır açan bir bileşimdi.Her kimyacı gibi o da bu gezegende misyonunu en iyi şekilde tamamlamak isterdi, her bilim adamının hayalinde saygın bir yere gelmek ve isminin yarınlara taşınması yer alırdı.Bu şekilde hem varlığını ebedileştirmiş ve adını ölümsüzleştirmiş olacaktı hem de ilerde varisi olacak çocuklarına güzel bir gelecek sağlayabilecekti.
Ve elbette katılımcı olması için defalarca rica olunan kongre sayısından, tanışacağı üst düzey insanlardan, edineceği insan ömrünün tüketmeye yetmeyeceği türden servetten birlikte olacağı güzel kadınlardan, sınırsız ödülden bahsetmiyordu bile..Tüm bunların karşılığında o müthiş muazzam formülü hazırlamış olması gerekirdi.Daha sonrasındaysa bilirsiniz işte, tüm o övgüler karşısında dik durmak ve insanlığa hizmet etmek gibi saçma şeylerden bahsetmek..
Birilerinin ceplerini dolduracak o formülü hazırlamadıktan sonra, yaptığı işin hiçbir anlama gelmediğini iyi biliyordu Reisenstein.O ceplerin dolması yeterliydi takdir görmeye..
Bunun yerine Bay Reisensteinın elinde ne vardı?Bir bakalım, düzenli bir stüdyo daire, binlerce kimya makalesi, çerçevelere hapsolmuş gözlük camları , metal çerçeveler, ahşap çerçeveler, sentetik kumaştan çerçeveler, kemik çerçeveler..
Buzdolabında yumurta, süt ve taze su.Bir şişe portakal suyu, ve birkaç dilim kek..
İş yerinde giydiği beyaz önlük, bu önlüğü taşımak zorunda olması yetmiyormuş gibi bir de içine takım elbise giymiyormuydu..Uff, Tanrım..Oysa birileri çıkıp bu şirketleri uyarmalıydı, bilimadamlarının prezentabl görünümlerinin değil rahat bırakılmalarının daha önemli olduğu konusunda çıkıp şirket yöneticilerine brief vermeliydiler.
Telefon rehberleri, merdivenler, ampuller, ve techizat çeşitli tadilat için gereken alet edevat kutusu..Açmadığı birkaç şişe iyi şarap ve Rosa nın ona giderken bıraktığı mektup; onu saklamıştı.
İçinde basitçe şunlar yazılıydı, seni seviyorum, kendine iyi bak..
Bir sevgilinin giderken söyleyeceği türden değil..
Bir siyam kedisi, iki kişilik beyaz kanepe, cd player ve iyi bir jazz arşivi..
Bankada birikmiş yirmi beş bin papel ve audi marka arabası; yağmurluk kolleksiyonu ve sıkıcı takım elbiseler..Ve şehrin en iyi kimya labaratuarlarından Hoglins Chemicalsta müdür seviyesinde bir iş..
Tüm bunlar birleştiğinde Bay Reisenstein’ı oluşturuyordu.
Yine de tüm yüceltmeleri, insanı olduğu basitlik ve sıradanlığıyla kabul etmeyen tüm teorileri bir yana bırakacak olursak, bu kadarı bile, evrimini tamamlamış bir homo erectus için hiç fena sayılmazdı.
Ama 7 Temmuz 1996 sabahı gözlerinin tam içine doğru bakıp ona gülümseyen o kadınla karşılaştığında, bir anlığına, çok kısa bir anlığına da olsa, onu o yapan herşeyi, tüm sahip olduklarını unuttu..
Yakasına yapışan ve defalarca kovulmasına rağmen bir türlü defolup gitmek bilmeyen bir sinek gibiydi adeta bu duygu, ya da onu tarif etmesi gerekse, protokollerde taktığı mezuniyetinde alınan mavi papyonun boynuna verdiği rahatsızlıkla, ya da dar bir koridordan geçerken ellerini duvara yapışıp öne fırlamış bedenini yakalamaya çalışan huzursuzca çırpınan bacaklarına benzetirdi.
Yirmidokuz yaşında birleşik devletlerin en iyi kimya labaratuarlarından biri olan HoglinsChemicalInd. da çalışan Reisenstein 'a bu rahatsızlığı yaşatan varlık, bir kadındı.Tüm zamanını kompleks kimya teorileri, ve fareler üzerinde yaptığı insanlığı doğaya karşı daha donanımlı bir hayata hazırlamak için harcar ve tüm enerjisini bu yönde sarf ederken!Olacak şey değildi!17 Temmuz 2009 akşamüstü saat 18:50 de Mr. Reisenstein primitif ilkel herhangi sıradan bir bünye gibi, aşık oluyordu..
part 2-reisenstein ın kedisi
siyam kedileri mısır hiyerogliflerinde rastlayabileceğiniz yarı tanrısal yarı yeryüzünden canlı motiflerini oluştururlar ve her kimyacı için mısır medeniyeti özel bir anlam ve yer taşır.elbetteki, bay önemli reisenstein için de bu böyleydi..zamanla yaşlanmasına ve geceleri horlamasına rağmen simya onun en büyük yardımcısı ve belki hayatta tek dostuydu..sessiz ve asil tavırlara sahip olan kedicik, sekiz yaşında olmasına rağmen kısırlaşma operasyonu geçirmemiş ve bununla birlikte dairesinin sınırlarını hiçbir zaman için terk etmemişti.paranormal teorilere ve metafiziğe ilgi duymayan reisenstein içten içe kedilerin sezgileriyle ilgili merak ve kuşkulara kapılıyor, ama bu hem araştırmasını böleceği hem de her zaman büyük bir saygınlıkla karşılandığı NY şehir kütüphanesinde yarattığı imajı kirleteceğini düşündüğü için kütüphanenin paranormal yayınlarına ait bölümünden kendisini alıkoyuyor ve içindeki merakı evdeki desktopunda ufak çaplı araştırmalar yaparak susturmaya çalışıyordu.
reisensteinın kedilerin gelişmiş altıncı hisleriyle ilgili derin şüphelere sahip olması bundan tam yedi yıl kadar önce başlamıştı aslında..yedi yıl önce bir kasım sabahı saat 04:30 da çalan telefona yetişmeye çalışırken yastığından kalkan siyam, acı acı uluyarak sahibinin ahizeyi kaldırmasını engellemeye çalışmış ama otuz kez çalan telefona yetişmesine mani olamamıştı.
Ahizenin diğer ucunda yahudi ailesi olan reisensteinlerin aile doktoru Clemens Nocker ın soğuk ve yılmış sesi, ona annesini bu yıl içersinde geçirdiği üçüncü kalp krizinde kaybettiğini, tüm tıbbi müdahalelerin uygulanmasına rağmen bayan Melanie nin yorgun kalbinin daha fazla dayanamadıığını soğuk ve gerçekçi bir ses tonuyla nakletti.
Ardından bay Reisenstein'ın hala orda olup olmadığını sordu, metal çerçeveli gözlüklerini kafasına yerleştirmeye dikkat ederken 'evet..' diye mırıldandı Reisenstein..Ahizenin karşısındaki doktor nezaket icabı başsağlığı diledi ve şunları ekledi
Bayan Melanie uzun zamandır tanıdığım hastamdı, onun ölmesi beni elbette çok üzdü, umarım onun ruhuna saygı olarak son kez toplanacağınız o cenaze töreninden beni haberdar etmeyi unutmazsınız.Acınızı yürekten paylaşıyorum, bay Reisenstein.O çok yürekli, iyi kalpli ve mücadeleci bir kadındı.Tekrar başınız sağolsun..'
Ahizeyi yerine koyarken elleri titriyordu, bir an sanki her şey onun suçuymuş gibi geldi Bay Reisenstein için.Annesini Houstondaki evinden N.Y ye taşınması için ikna etmeye çalışabilirdi..İstemsizce yüzüne yerleştirdiği gözlüğün metal çerçevesinin soğukluğunu hissetti bir an için.Kalbi de aynen bu çerçeve gibiydi işte..
Annesinin ölüm haberi ona günlük gazete haberlerinden biri gibi gelmiş olmalıydı, ya da bir mesafeydi gözlüğü..Ona kendini hatırlatıyor olmalıydı..Bir bilim adamı olarak herşeye ve herkese kuşku ve mesafeyle yaklaşması gerektiğini hatırlatıyor olabilirdi kendi kendine pekala, yüzüne bu soğukluk hissiyatı veren gri metal çerçeveyi yerleştirirken..
Kedisi Siyam kanepenin ucundan kalkıp gelmiş sahibinin ellerini yalıyor,onu avutmak istermiş gibi vücudunu sürüyordu.Onun bunu yaptığını daha önce görmemişti bay Reisenstein...
İşte 17 Temmuz sabahı kedisi Siyam onun ellerini ikinci kez yaladığından beri, Reisenstein biliyordu, o günün sıradan bir gün olup geçmeyeceğini..Diğer günlere benzemeyeceğini..
part 3-yetersiz kişilikler
''Kişiliğin inanılanın aksine, doğuştan olmadığını ve bizi kuşatan koşullara sıkı sıkıya bağlı olduğunu iddia eden tabula rasa yani 'boş tahta'cılara karşın genetik bilimin yaptığı araştırmalar bir çok hastalığın ve kişilik özelliğinin genlerle aktarıldığını ve genetiğin rolünün sosyal yaşamla kıyaslandığında daha etkili olduğunu söyleme eğilimine girdiğini biliyoruz.
Bilmediğimiz ise, beyindeki gri maddesi çok olan Einstein bir yahudi ailesinin değil de bir afgan ailesinin evladı olsaydı yaşamı boyunca hesabını yapacağı tek fizik durumu kurbanlık koyundan akan kanın ivmesi ya da yasak olduğu için ilişkiden kaçınangenç kızın sevgilisiyle ön sevişmeden sonra aceleyle toplanırken başörtüsünün yeni ısınmış bedenine sürtünme kuvvetinden ibaret olacağıydı.
Bazı toplumlar kişiliklerin farklılaşmasını desteklerken, bazıları da sürüdeki kara koyunlardan rahatsız olmuşlardır.'
O da senin benim gibi biri' denir bizim topraklarımızda, birbirimizden farkımız olmayacaksa yaşamamızın ne gereği var?
Ürettiği Steryo tiplerle kendi oluşunu olumlayan sistem okul, hastane gibi etüd edilmiş bilgileri sonu açmaz bir tekrar zincirine tabi tutarak bunların istemsizce ezberlenmesine zemin hazırlama ve bireyin yargı ve değer sistemini inşaa etmesine yardımcı olur..
Yetersiz kişilikler uzun süre madde bağımlığı yaşamış, derin ergenlik sorunlarını atlatamamış ya da yaşadığı bir şokun travmanın etkisini üzerinden atamamış kişiler olup sürekli olumlanma ihtiyacı içersindedirler.O da senin gibi, benim gibi, bu da bizden, hep bir yerlere ait olma duygusu esaretindedirler, üzülerek, çoğu kadındır.İkinci konum atılmışlıklarını içlerine sindirmiş, onlardan beklenen rolleri harfiyen uygulamaya and içmiş kadınlar..Elbette kadınlar ağda yapsın, hoş görünsün..ama ağlamak ve duygusallığı kadınla bağdaşlaştıran toplum güçlü kadın karakterleri erkeksi atfederek dışlamaktadır..'''
Bir feminist profesör olarak tanınan Bayan Leibnoz un açıklamalarını okuyan Gwen, ona hak vermesine rağmen makalenin yer aldığı dergiyi kapatır kapatmaz aynanın karşısına geçti ve dipleri çıkmış saçlarını kadınsı bir tavırla düzeltip dudaklarını yalıyordu.'İç güdü' diye düşündü, güzel olmayı bana toplum dayatmıyor ki, bunu ben istiyorum işte!bal gibi ortada bu!
sonra, onun kendisini beğenmesinin sebebinin onu beğenenler olup olmadığını, ya da beğendiği bedenini fitness dergileriyle uyumlulaştırma çabalarının kendi seçimi mi yoksa toplumun dayatması mı olduğunu düşünürken bir anda morali bozuldu.Zeki bir kadın olarak doğmuş, istediği başarıları elde edememişti.Fiziksel olarak şanslı bir görüntüsü vardı ve daima etrafında onunla özel olarak ilgilenen erkeklerden bir deste bulunurdu.
Şimdi yaşlanmaya yüz tutmuş otuzlarının ortasında bir kadın olarak toplumun onun zekasını küçümsediğini düşünerek öfkeleniyordu, geçirdiği bir öfke nöbeti sonrası hyundai i-30 uyla en pahalı lüks arabalara otoparkta çarpmış, bu şekilde geri plana itilmiş zekasının hesabını sormuş intikamını almışa benziyordu, bu öfke nöbetlerinden sonra büyük bir rahatlık hissi yayılırdı bedeninde Gwen'in..
ama bu hissin yayılması uzun sürmedi, kızkardeşinin aile dostları olan psikiyatrdan randevu alması ve Gwenin sersem bir halde dolaşmasını sağlayan o korkunç Xanax ı kullanmaya başlaması bu şekilde başladı.Evet, öfke nöbetleri yatışmıştı belki, belki daha vurdumduymaz, umursamaz bir tip olmuş sayılırdı, ama içten içe güzelliğine karşı duyduğu tiksinti yerinde duruyordu.
Boyalı saçların, 'doğal slikon'lu göğüslerin ve topuklu ayakabıların yerine zekasını kullanmayı istemiş, reddedilmişti.Şimdi kendi haliğyle zekasının da yardımıyla alay ediyordu..
HoglinsChemicals firmasında 17 Ağustos günü gittiği basın ilişkileri sorumlusu görüşmesi için kırmızı klasik bir takım tercih etmişti Gwen..
Asansörden dışarı çıktığı 7. katta bay Reisesteinla karşılaştığında onu farketmedi bile.Fark ettiği bu adamın ilgisiydi, ama buna zaten alışkın olan Gwen için hiç anormal sayılmazdı.7. kattan ayrılıp elinde bir kahve ve gazeteyle parka yöneldiğinde, bilmiyordu, bir adamın ona delicesine aşık olduğunu, ne de bir adamın yüreğine çakıldığından haberi vardı Gwen'in..
part 4: Labaratuarda ısı yükseliyor
Bay Reisenstein'ın Gwen'ı gördüğünde yaşadığı hisler şunlardı: kargaşa, rasyonel sebeplere dayandıralamayan sempati, yaklaşma isteği ve çekingenlik; onun ön lobundan salgılanan hormonlar ise sırasıyla adrenalin, dopamin ve stres hormonları...
Reisenstein kimi zaman kimya deneyleri için bedenini kullanmayı istiyordu, o gün o zamanlardan biriydi adeta.Reisenstein bir miktar sakinleştirici alırsa bu kadına ait belleğinde yarattığı ve kalp atışlarını hatırladıkça hızlanmasına neden olan imgeyi o muhteşem kadın figüründen bahsediyordu unutmayı ve bu tuhaf durumdan sıyrılıp yarım bıraktığı işine geri dönmeyi istiyordu.Her erkek gibi bugüne kadar onun da deneyimleri olmuştu.Kimi kez önemli bir bilim adamı olmasından etkilenen kadınlar o onları aramadan kucağına düştüler, kimi kez yüksek gelirinin sunduğu olanaklardan faydalanıp lüks fuhuş evlerinde soluklanmıştı, ama ilk kez bu hissi taşıyordu ve bir kimya mühendisi olduğu için aşkın kaynağını ne mistikler gibi tanrıda arayacak, ne de psikologların freudcu teorilerine kulak verecekti.Ona göre bu gördüğü kadın Gwen'in annesiyle en ufak bir benzerliği dahi yoktu ve olmazdı.
Sevimli bayan Melanie, o çiçekli elbiseleriyle kek tarifleri arasına sıkışıp kalmış bir kadındı.Gwen ise sarı saçları iri göğisleri beyaz teni ve kırmızı elbisesiyle olsa olsa bir erkek fantezi dünyası kahramanı olabilirdi.
Bay Resisenstein ve onun nerd arkadaşları yedinci katta böyle ateşli bir hatun hiç görmemişlerdi , hani bir barda görüp de her gün oraya takıldığını öğrendiğiniz ve o barın müptelası olduğunuz cinsten...Ve Tanrı biliyordu ya, başka bir mucizevi tesadüf daha 17 Temmuz 2009 daki gibi bir güzelliği uzun ve sağlıklı saçlarından tutup bu inek yuvasına taşımadıkça, görmeyeceklerinden emindiler sanki.
Labaratuarın en kıdemlisi iyi bir hristyan olarak yetişmiş ailesinin göz bebeği 56 yaşındaki Bay Smithin odasına doğru yürüdüğünde tüm kimya deneylerinde kısa süreli bir duraksama, gecikme yaşandı.
Başını deneylerden kaldıran nerdlerin ise geri dönmeleri neyseki kısa bir zamanı aldı, o ineklerin yerinde herhangi sıradan bir adam olsaydı hani, hayatın tadını çıkarmayı bilen biri, Gwen'in önlerinden geçip yaşlı bay Brown'un odasına girmesi en az yirmi dakikalık bir konsantrasyon kaybına ve iş verimsizliğine sebep olurdu.
Ama bu inekler tek laf bile etmeden on saniye gibi kısa bir sürede geri dönüp işlerine konsantre olmayı bildiler.Ne bir espri ne de bir ıslık, Gwen buzlu camlı odada Bay Brownla el sıkışırken kimya labaratuarındakilerin tümü kendlerini bıraktıkları yerden işlerine geri vermişlerdi.
'Merhaba.Siz bayan Holly olmalısınız!'dedi Bay Brown güzel bir kadın olduğunu not etse de tüm formalitelerin uygulanması gerektiğini ve bu iş yerinin prestijli ve özel bir iş yeri olduğunun altını çizip, ima ederek.Ve uzun süren sessizlik sonrası elindeki yarım sayfalık cv ye göz attı ve gülümsedi.
Bir hayli gerilmiş olan Gwen kısaca 'Merhaba' diyebildi ve cv sinin incelenmesinden duyduğu rahatsızlıkla saatinin kayışıyla oynamaya başladı.
Deneyimli bir bilim adamı olmanın yanı sıra, bir insan sarrafı olarak da ün salmış Bay Brown ilk değerlendirmesini yapmıştı bu güzel bayanla ilgili.Evet, genç, kendine güveni olmayan güzel bir kadın, basın ilişkilerinde iş görmez, ama belki başka bir birimde işimize yarayabilir..acaba hangisinde?'
Sigara içer misiniz Bayan Holly?Size nasıl hitap etmemi istersiniz?'
'Gwen' diye mırıldandı rahatsızca oturduğu koltuktan Gwen' bana ön adımla hitap etmenizde bir sakınca görmüyorum.'
'Pekala, Gwen; açıkçası bu iş için yeterli deneyimin olmadığını sen de biliyorsundur herhalde.Söyler misin, seni neden işe alalım?'
Hayalkırıklığına uğramıştı, yeterli deneyimin olmadığını biliyormuşum, ya bu yaşlı moruğun gözleri körleşiyordu ya da bu durumdan yararlanmak istiyordu..Hey, diyip tokatlamak geçti içinden Bay Smith'i, RugsonHuggs ın müşteri süpervizörü olduğumu görmüyormusun!
En trend ve şık lokantalardan biri, hani şu muhteşem şehir manzarasıyla, müşterilerin rezervasyon için aylar öncesinden sıraya girdikleri yer!Tanrım, bunu nasıl da atladı!Kısa bir süreliğine de olsa bu önemli bir görevdi ve Gwen başarıyla yürütmüştü görevini.
Uzun süre sessiz kalan Gwen'in soruya duyarsızlığı Bay Smiths'i razı etmiş olacak ki, uzak okuma gözlüğünü yüzüne yerleştirdi ve cvye tekrar göz attı..
'Haklısınız.Uzun süreli önemli deneyimler sahibi değilim, olmadım.Ama görüyorsunuz ya..Burdayım ve çalışmayı istiyorum..Ev hayatı bana göre değil..' dedi ve ekledi
'Bu konuda iyi bir deneyimim olmamasına rağmen, aldığım eğitimin yeterli olduğunu görüyorsunuz ayrıca kendimi geliştirmek ve çabuk öğrenmek konusunda sanırım biraz kendime güvenebiliyorum'
'İyi bir nokta' dedi Smiths, Gwen bu sıkıcı görüşmenin daha ne kadar uzuyacağını düşünürken...
'İstek başarmanın yarısıdır, Gwen ve bu yaşımda bu koltukta oturuyorsam hep istemeye bağlarım bunu, şükür ki Tanrı da istediklerimi bana verdi, benden onları esirgemedi..'
Aman Tanrım, bu ne megalomani! diye düşündü Gwen, sonra bir anlığına kendiyle gurur duyan bu adama gıpta etti..
part 5-boğulma
'Herkesin başına gelebilirdi , tabii balıklar hariç herkesin..Mesela bir kuşun başına gelebilir, kanatları kopmuş bir kuştan bahsediyorum..' .Küçük Michelle korkudan ağlıyor ve gizlenmek için bir delik ararken kendini Gwen'in anaç güzel kollarına bırakıyordu.Tüm bunlara rağmen kahkahası bitmek bilmedi Jowell'in..Bir elinde zavallı martıyı tutuyor diğer elinde sivrilttiği bıçağı yukarı kaldırarak gök yüzünde parıldamasını izliyordu zevkle.
O gün kapalı, yağmurlu ve kasvetli bir hava hakimdi Manhattan'a.Hani bulutların işi gücü bırakıp aşağılarda neler oluyor merak ettikleri ve hep birlikte alçalmaya ant içtikleri cinsten..Tüm o çocukların tuhaf bakışları altında Jowell elindeki martıyı yukarı kaldırdı ve onun kanatlarını kesti tek bir bıçak hamlesiyle.Önce sol ardından da sağ kanadını..
Zavallı martının çığlıkları feryat olup gökteki bulutları aşmak üzereydi sanki, bu sırada bu anormal desibelli sesten rahatsız olan amerikan aileleri komşularının avcılık hobilerini beğenmemelerine rağmen, saygı duymaları gerektiğine kendilerini inandırdılar ve bu rahatsızlığı geçiştirmenin en iyi yolunun kumandaya sarılıp tv nin sesini sanki önemli bir boks maçı ya da ulusal haber ekrandaymışcasına yükselttiler. Bir kumandayla herşeyi halledebiliyor olmak, doğrusu, bu güzel bir histi.Yirmibirinci yüzyılda herşeyi bir kumanda yardımıyla çözebilirdiniz, size sunulan seçenekler içersinden seçim yapmanızı zorlaştıracak ölçüde çok seçenekten bahsediyorum, birini seçip sahte kimliklerinizi benimsersiniz, veya oğlunuz başına gelen talihsiz bir olaydan bahsettiğinde televizyonun sesini biraz açarsınız, faturaların artmasına kızan kocanız hayıflandığında yine kanal değiştirebilir veya ses açma kapama oyununu oynarsınız.Dedim ya, yirmibirinci yüzyılda birileri sizlere birer kumanda dağıtıp aslında sizi kumanda etmektedir.Ama tvde bir boks maçı ya da savaş görüntüsü veya talk show varken bu çok da umrunuzda olmaz.
Oysa o gün, dışarıdaki kanlı manzarayı örtbas edecek ne kumanda ne de başka bir kontrol aleti yoktu, bulutlu ve mavi gökyüzünde kırmızı kan ve çığlıklar tüm Manhattan'ın Sugrattshall kasabasında yankılanıyordu bu kasabada oturan zavallı çocukların gözlerinin önünde.
Ardından Jowell'in kahkahaları martı çığlığına eşlik etmeye başladı.Bu sırada çocuklardan en küçükleri demir parmaklıklı oyun alanında-, parmaklıklara tutunup kusuyor, ve korku içinde onları evlerine taşıyacak birinin görünmesini bekliyorlardı.
Gwen bu vahşete daha fazla dayanamayacaktı:'Yeter ama artık, Jowell..O kuşu rahat bırak!'
'Hay hay tatlım, sen nasıl istersen, diye bağırdı Jowell, uzamış kahkulunun arkasından beliren yeşil çekik gözlerinde büyük bir alaycılık ve hükmetme sevgisi seziliyordu ,rüzgara çoktandır kana bulanmış siyah-beyaz enine çizgili t-shirtüyle oynamayı kesmesini emredercesine üstünü düzeltirken..
Manhattan'ın bu ufak ve sevimli mahallesi Sugrattshall 'ın Manhattanlilar için özel bir yeri vardı, tüm şehrin su şebekesinin Sugrattshall kaynaklı olması.Bu sevimli yeşil eyalet şehrin su ihtiyacını karşılamakla kalmıyor aynı zamanda ManhattanWaters. isimli şehre su sağlayan özel şirketin tüm çalışanları da burada yaşadığından adeta bir lojman görevi görüyordu.
Sugrattshall'de yaşayan çocukların anneleri, veya babaları veya her ikisi birden ManhattanWaters için çalışıyordu.Gwen'i tek başına büyütmekten erken yaşta saçları beyazlayan annesi Rita gibi, tüm ailelerin de yüreğine korku salan Hitts'lerin en küçük oğullarıydı Jowell Hitts ve aile namını sürdürmeyi istercesine etrafa dehşet saçıyordu.İşte herkesin konuşmaya korktuğu sekiz yaşındaki bu küçük diktatör ağzını açtı ve '
Elbette Gwen.Bunu öğrenmenin vakti geldi' diye ekledi, 'Artık tek boğulan canlı türünün baban olmadığını, insandan başka türlerin de elbette boğulabileceğini canlı canlı izleyerek öğreniceksin..hayat dersi bir...'
Attığı korkunç kahkaha dinmek bilmiyordu, 'bu zavallı kuş mesela ..' dedi Jowell sesini alçaltmış, etrafındaki herkesin ilgisini toplamış olmanın verdiği hazla gülümseyerek konuşuyordu..
'Artık uçamaz, öyle değil mi...' .Bir öğretmen edasıyla oyun parkını turlarken ağlayan küçük çocukların arasından dolaşıyor ve yarattığı kaos ve karmaşanın sonuçlarını gözlemliyordu.Sonra söz verircesine çocuklardan birine doğru eğildi.Dört yaşında pembe elbiselerini giymiş saçlarını iki yanda toplayan kurdelalı zenci kızı Katie den başkası değildi bu.'Ne düşünüyorsun Katie, sence de artık uçamıyor olması büyük bir yazık, öyle değil mi.Ama belki bu kanatlarla' etrafını sarmış yardakçılarından sıska Ethan ve arsız Johnny anlamış gibi bir köşede duran kanatları alıp yukarı kaldırdılar ve herkesin onları görmesini sağladılar..
Hoşnut kalmışlığını gösteren ufak bir jestle, durumu onaylayan Jowell konuşmasına devam ettiğinde çocuklar da artık hiçbir şey duymuyorlardı yalnızca Jowellin parıldayan dişlerini ve şeytani gülümseyişini izliyor bir kanatsız kuşun içme suyu yatağı yapay göletin üzerinde bıraktığı tüyleri ve kanı görüyorlardı.
Acıdan dolayı uyuşma diye tanımlanabilirdi durumları Jowellin onları esir almasından bu yana tam bir saat geçmişti ve ilk on beş dakikanın sonunda hissedilen üzüntü, kaygı ve endişe yerini duyarsızlık, bıkkınlık ve vurdumduymazlığa bırakmıştı.Jowell göletin yanından ayrıldığındaysa hepsi tek bir kelime bile söylemeden evlerine dağıldılar, acıkmış ve yorulmuşlardı ve annelerinin sofraya koyduğu yemekleri hiç şikayet etmeden yediler.
Sekiz yaşından gün almaya başlayan Gwen yeni taşındıkları semtte akşamüzerleri birlikte vakit geçireceği çocuklardan hiç hoşlanmamıştı.Eski mahallesini özlediği filan da yoktu aslında, amerikanın tüm eyaletlerinde tüm orta sınıf yerleşimlerde durum aynıydı: ip atlayan kızlar, bebek oynayan kızlar , bisiklete binenler ve farklı şeyler deneyenler..
Günün birinde bir banker ya da hemşire olmayı dileyen kızlar ip atlardı, keşfetmeyi seven tatlı ve naif kişiler bisiklete binerdi, ama büyük bir sessizlik eşlik ederdi bu yolculuklarına, sessizliğe alışkın olmayanları rahatsız eden ve bir türlü bozulmayan bir sessizlik. Gwen bir yerlerde bu sessizliğin adına 'huzur' denildiğini okumuştu.
Bebeklerle oynayan kızlar popüler kızlardı ve bu kızlar genelde annelerinin elbiselerini giyip makyaj da yaparlardı.Gwen ise, annesinin onu evde ilk kez yalnız bıraktığı günü dün gibi hatırlıyordu, ilk özgür anındaki seçimi, bu anı değerlendirmek için verdiği karar, harekete geçirdiği eylem onu tanımlıyordu ve karakterini, ve bu ikili 'Gwen ve kızmak' tan ibaretti.Elbette, kızmak! Gwen'in işiydi bu..Zamanla agresif tavırlarıyla onu kabul edemeyen toplum karşısında sakin durabilmeyi öğrenmişti tabii, edilgen kalabilmeyi de öyle..
Ama bu içten içe öfke tohumlarını kurutmuyor aksine onların toprak altında kök salıp yerin derinliklerine ilerleyen toprak altı bitkileri gibi öfkenin içine sinmesine neden oluyordu.Arada bir yaşadığı öfke nöbetleri sonrasında Gwen, içindeki tohumları dışarı kusmuş olmanın getirdiği rahatlıkla bir anlığına da olsa huzur hissedebiliyordu.Ardından yine öfkelenmeye başlardı, örneğin tv de gereksiz yere uzayan star kahkahalarına, bozulan zile, ısrarla çalan telefona, ödenmesi gereken buzdolabının üstene yapışmış faturalara..Eski erkek arkadaşlarına, annesine, Tanrıya ve herşeyden sorumlu tuttuğu zihnine...
İşte sekiz yaşında ilk kez hissetiği günden beri onu yalnız bırakmayan duygunun adı 'öfke'ydi ve o günü hala dün gibi anımsıyordu hala Gwen..
part 6: side-effects
5 Eylül 2009 sabahı Gwen siyah frigidaire marka buzdolabının karşısına geçmiş, bir eliyle siyah sıkıcı iş takımının içine giydiği açık füme askılı bluzundan fırlayan iri göğüslerini yerleştirmeye çalışıyordu. Ne başının ağrısına sıkılacak, ne de yalnız hayatı için üzülecek vakti vardı artık!
Yeniden işi olmuştu çünkü, ne kadar sıkıcı ya da nefret edilecek türden olursa olsun, iş işti, ve asıl fonksiyonu yalnızca para kazanmaktan ibaret olduğunu düşünmedi Gwen işin hiç bir zaman için, onun için çalışmak diğer şeyleri unutmak demekti, sabah kalkmak ve sıkıcı bir rutinin tatlı bir halkası olmanıza kendi kendinize izin verirdiniz.Böylelikle düşünecek vaktiniz olmazdı, diğer sorunları, yaşamınızın yalnızlığını ya da sevimli genci..Tanrım, son zamanlarda öyle bunalmıştım ki..diye düşündü Gwen 'Çalışmak için para bile verebilirdim !'
Diğer taraftan tek kişilik dairesinde kahvaltılık malzeme seçeneklerini gözden geçiriyordu.Beyaz peynirli bir omlete ayıracak vakti yoktu, light peyniri ise ona bugün ihtiyac duyduğu enerjiyi vermeyeceğini düşünerek eledi.
Sonunda mısır gevreği ve süt karışımını, doğradığı muz parçaları ve cevizin üzerine bir parça karamel sosu ekleyerek muhteşem kahvaltısını yarattı.Tıpkı hayatındaki gibi, sıradan malzemeler herkes tarafından elde edilebilir malzameler yani frenk üzümü veya macar salamı yoktu dolabında, ama zekice ve olağandışı bir karaşımla bir araya geliyor.Bu tam Gwen'in tarzıydı.
Kahvaltısını bitirdiğinde aynanın karşısına geçen Gwen, siyah takımının üstünde bal, ezilmiş corn flakes ve süt gibi izlerin bulunduğunu gördü ve bu izleri çıkartabilecek herhangi bir kuru temizleyici tanıyıp tanımadığını düşündü.Yine o krizlerden birini geçirmiş olmalıydı.Ama kullandığı ilaçların amnezyatik etkisi onun bu kriz anına geri dönemesine izin vermiyordu, kısa bir süre bunun çalışmanın önünde bir engel oluşturabilir oluşturmayacağını düşündüyse de 'bu işe ihtiyacı olan benim' diye düşündü ve aceleyle hazırlanıp metronun yolunu tuttu..
part 7: bir bilim adamının karısı
Bay Smiths oryantasyon günlerinde çalışanların zorlanmamaları gerektiğini düşünürdü ve her şeyi düşündüğünden zihninin çok çekmeceli bir şifonyer gibi kullanmaya başlamıştı artık.İlk çekmecede kişilerin isimleri, asla unutulmaması gerekenler arasındaydı, ikinci çekmece önem sırasına göre yaşamı kategorize ediyordu, aile sorunları çetrefilli iş ilişkileri ve sağlıkla ilgili problemler için bay Smithsin yöneldiği kutucuk burasıydı genelde, daha sonra diğer çekmecelerden farklı türde açılan kapağıyla metal siyah kapaklı bir çekmece geliyordu , burada otomobiller ve pahalı restaurantların listesi olurdu, bay Smiths bu çekmeceyi daha çok kullanır olmayı ne denli çok istemişti.
İşte Gwen Holly'nim basın ilişkileri sorumlusu olarak başvuruda bulunduğu ama altı aylığına bay Smithsin yeni sekreteri olmayı kabul ettiği o gün , Smithsin aklı ikinci çekmeceye uzandı ve Gweni kendilerine bir fırsat tanınan ihtiyaç sahpleri listesine kaydetti, Smithse göre bayan Holly nin işe alınması tamamen onun yücegönüllüğünün göstergesiydi.
Oysa Gwen işi aldığını, birçok aday arasından sıyrıldığını düşünüyordu.Yalnızca iyilik yapmak istedim , diye konuştu Smiths genç personel sorumlusu Harry endişe içinde kıvranırken, yeni bir personelin kendi yerini tehdit eden bir mekanizma gibi algılamaktan vazgeçemiyordu.Bu personelin dişi veya erkek kabiliyetli veya kabiliyetsiz olmasına dikkat etmiyor, hepten onu kendi varlığına bir tehditmiş gibi algılıyordu.
Rekabet duygusunun gelişmesini isteyen anne-babası bu duyguya bir sınır koymamıştı çocukken mesela Harry Mints yalnızca tek kişilik sporları yapmış, takım oyunlarını ise hiç denememişti.İş ortamında bir takım gibi çalışma fikri ona yabancıydı ve Harry Smiths in çalışacağı tek yer vardıysa burası kendi cebi oluyordu.
Smiths genç Harryye yersiz endişelenmemesini öğütlerken bıyık altından gülümsemeyi ihmal etmedi.Buralara bir kadın eli değsin istedim Harry
bir kadın elinin buralara değmesinin iyi olacağını düşünmüştüm..'dedi soğukkanlılığını koruyarak..
Masaya oturmasından bu yana tam iki buçuk saat geçmişti ve Gwen bu sırada bir iki telefon numarasını kaydetmek ve dosyaları alfebatik sıralamanın dışında çok bir iş görmüş sayılmazdı.İçten içe sinirilenmeye başlıyordu yine'Harika.Buraya parttime çalışacak bir lise öğrencisi almaları yeterli olucakken tüm günümü şimdi aptal telefonun çalmasını bekleyerek geçireceğim...'diye söylendi..
Tam bu sırada sanki anlamış gibi çalmaya başladı telefon.Gri bluzundaki cornflakes izini gizlemek için ceketini çekiştirirken elini telefona attı ve 'Bay Smiths'in Hattı' dedi ince ve heyacanlı bir sesle..
'Merhaba, siz Gwen olmalısınız' diye konuştu karşıdaki nazik ve orta yaşı geçtiği belli olan kadın..Öncelikle tebrik ederim ve yeni işinizde başarılar dilerim.'
Sessiz kalan Gwen ne diyeceğini şaşırmıştı, tüm kat adeta soluğunu tutmuş 2 buçuk saattir sessizliğini koruyan bu kadınla ilgili merak seviyesi 7.katta doruğa ulaşmıştı, tabii Gwenin normalin üstünde epey üstünde güzellikte bir kadın oluşu bu merakı zirvesine taşımakta rolü büyüktü..
Başka bir sekreter hemen 'Peki ama ben kiminle konuşuyorum...' diye sorardı ama Gwen sessizliğini koruyunca bayan Smiths devam etti..'Ben Kathrin Smiths bay Smithsin eşi...'diye ekledi ve ardından aradığımı söylersiniz deyip telefonu hızlıca kapattı.
Yanlış yapmaktan sakındığı için aşırı soğuk davranmıştı, bunu sık yapardı Gwen, ona gizemli bir hava kattığı söylenebilirdi.Gizemli bir kadın ise bir bilimadamının karısının hoşlanacağı türden birşey sayılmazdı genellikle, bir bilimadamının karısının hoşlanmayacağı bir kadın türü varsa bu gizemli bir kadındı..
part 8: flörtçü dükkanı
Herkesin bir şeyleri aradığı ama ne aradığını tam olarak bilemediği dünyada bir şeyler bizi yönlendirir.Çoğu kez düşünmeden gerçekleştirilen davranışlarımızın altında ilkel atalarımızdan yadigar itkilerimizin yanı sıra bu yönlendirmeleri bulursunuz.
Amerikan halkının aşırı tüketimci oluşu, ya da japonların fetişizmi hep bir takım genelleme, yargılama ve yakıştırmalar sonucu ortaya çıkmıştır.
Muhtemelen Türklerin pratik akla hizmet edip günü değilse de yılı kurtarmaktan öte bir amaçla bir şey inşaa edememeleri de bu yakıştırmaların kanıksanmış oluşudur.
Hayır demenin ne kadar zor olduğunu bilirsiniz, kimi kez evet demek zor olsa bile evet demenin zorluğu hiç bir zaman hayır demenin zorluğuyla yarışır nitelikte olmamıştır.Ta ki o güne dek..
Sıkıcı bir iş rutininden sonra hava kararmış, Gwenin içinde ayaklarını sıkan topuklularından kurtulmanın ve gün içinde bir kaç kez düzeltilmiş makyajını silmenin dışında bir isteği kalmamıştı..
Bir de gün içersinde kendine vakit ayırdığını, yani hayatın iş ve ev arasındaki sıkıcı rutinden ibaret olmadığını kendisine ispatlaması amacıyla ne olursa olsun- türden bir film almayı ve yeni kaplattığı şarap pembesi kanepesinde uzanıp filmi izlemeyi -aklına koymuştu.
Yirmibirinci yüzyılda kişisel özgürlük dedikleri bu olsa gerek diye düşündü, bir fare kapanına benzeyen hayatımızda izleyeceğimiz filmi seçme özgürlüğüne sahibiz, neyse ki...
Doksanlı yıllarda salık veren video film kiralama modası ikibinlerde dvd kiralamaya evrilmiş, eski beta videoların yerini lazer teknolojisi almıştı.
Gwen, sekizinci kattan ayrılıp asansörden aşağı indiğinde omzundaki içinde bir kaç dosyanın ruj, makyaj malzemesi ve kalem kağıt gibi kırtasiye eşyasının yanı sıra hijyenik ped, ecza dolabından bir kaç temel ürün- aspirin, ağrı kesici vs gibi ve ufak bir ajandayla renkli kalemlerin kapaklarının açık olduğu için çantanın içinde dağıldığı mentollü sakızların ve tarihi geçmiş bir gazete ekinin bulunduğu çantanın ağır yükünü iyiden kavramıştı.
Biz kadınlar böyleyizdir işte, diye söyledi onunla aynı katta çalışan gün boyu kahkahalarını işittiği temizlik görevlisi Hannah 'nın sararmış dişlerine rağmen sıkılmadan dünyaya fırlattığı neşe dolu bakışlar ve hoş gülümsenin eşliğinde, 'ne bulursak fazlasıyla yükleriz, o kadar ki, taşınmaz olana kadar..Sınırları zorlamayı seviyoruz, sanırım'
İkisi de müstehcen bir söz edilmiş gibi kıkırdamaya başlamıştı.'Evet' diye onayladı Hannah, Gwen'in ne kastettiğini anlamamıştı ama bu kadının yakın ilgisi hoşuna gitmişti doğrusu.'Taşana kadar doldururuz hep, ben de pazar günleri Elm Street üzerinde kurulan pazara gittiğimde kendimi ne bulursam almaktan alıkoyamıyorum.
Tabii bunun ceremesini zavallı kollarım çekiyor, yorgunluktan şişmiş ve ağırlık taşımaktan kızarmış zavallı kollarım..Eve döndüğümde onları bir kova soğuk suda dinlendiriyorum'.Hannah'ın kahkahaları asansör boşluğundan onbirinci kata kadar yankılanıyordu.
Gwen bir an konuştuğu kadının kendisine benzemediğini bir yabancı olduğunu , aslında onun kendi sınıfından bile olmadığını anladı; samimiyet anlamında katedilen mesafeyi hızla geri yerleştirme kararını alması ve kahkahalarını önce sessizlik ardından asansörün inmesini bekleyen bir homurdamayla değiştirmesi otuz saniye gibi kısa bir sürede oldu.
Asansör zemin kata indiğinde karşısında birdenbire tepki değiştiren bu kadının niçin birden böyle soğuk davrandığının sebeplerini düşünmeye çalışan Hannah, çekinerek 'iyi akşamlar' dileyerek adımlarını uzattı ve Gwen'in yanından uzaklaşarak, sosyal konutlarda göçmen mahallesinde yaşadığı fare deliğini andıran dairesinin yolunu tuttu.'Sorun ben miyim?' diye düşündü üç otobüs değiştirerek evine vardığı yol boyunca..
Evet sorun benim, ve ölçüsüz kaba hareketlerim...'Yine kendini suçluyordu işte.Bay Klee, sosyal konut psikoloğu, Hannah ve arkadaşlarının hastalığına bir ad koymuştu,yansıtılmış dışlanmışlık; bu kişiler işçi sınıfına ait oldukları için toplumsal dışlanmışlıklarını kişiselleştiriyor böylelikle toplumsal dışlanmışlıkları kişisel ezikliğe çeviriyorlardı.İşçi sınıfında olmak ve ezik olmamak için yatıştırıcılar kullanmanız gereken son şeydi.Kızgın olmalıydınız, hadlerini bildirmeliydiniz onlara...
Soğuk bir New York akşamıydı ve Gwen evin köşesindeki videocuya bir göz atma gereği duymuştu, omzundaki çantanın ağırlığına aldırış etmeksizin...
Belki de tüm zamanını tv sit-comları karşısında geçirdiğinden, nedense içinde bir yerlerde, hayatı boyunca onu mutluluğun zirvesine çıkaracak erkeğin, bir videocunun köşesinde onu beklediğine dair saçma sapan, çarpıtılmış bir düşle onaylanmış olasılık kaynaklı, bir his taşırdı...
Hannah’nın güncesi
Babası apartman hizmet görevlisi annesi ise temizlikçi bir katolik olan Hannah için hayat parasızlıkla mücadele etmek ve yapılması gerekenleri yapmanın dışında bir şu kenara itilmişlik- adını koyduğu duyguyla mücadele etmek ve hayal kurmak dışında rutin olağan işlerden ibaretti: Gündüzleri sabah altıda uyanır sessiz oğlu Michaeli okula gönderdikten sonra kocasının homurtularının arasında kendine bir bardak çay koyar ve taze peynirin dilimlenmiş bir parçasını bir dilim yulaf ekmeğiğnin üstüne koyar bekletirdi.Peynirin suyunu ekmeğe saldığı her ne kadar ikinci el olsa bile hala soğutma işlevini yerine getiren buzdolabından çıktıktan sonra ısındığı bu birkaç dakika içersinde hannah tuvalete gider, kimse onu farketmese bile yine de küçük bir dudak kalemiyle dudaklarını belirginleştirir ve ıslak bir fırçayla saçlarını tarar arkadan toplardı.Ellerini yıkayıp tuvaletten çıktığında eski pötikareli bir masa örtüsünün üzerinde yaklaşık 20 cm genişliğindeki tahta masanın , bir ayağı geçen yaz kuzenleri oğulları michaelin arkadaşlarıyla tepiştiği anlardan birinde kırılmıştı, üzerinde eşinin karşısındaki sandalyeye usulca oturur ve onu bekleyen ıslak ekmeğini yavaşça yerken çayını yudumlardı.On beş dakika süren bu eylemi tamamladıktan sonra Hannah çekip giderdi kapıyı.Kocasına herhangi bir söz söylemeden veya onu iyice uğurlamadan..
Öylece çekip giderdi..Söylenecek bir sözü kalmamış gibi..Ya da hiç olmamış gibi..
Eşinin evden ayrılmasının ardından apartman katlarına servise çıkan Alex öfkesini karısından almış olduğu için en uysal yumuşak sesiyle ona kapıyı açma nezaketini gösteren bu beyler ve bayanlara günaydın deyip ardından günlük gazete ve sütlerini bıraktıktan sonra herhangi bir başka istekleri olup olmadığını sorardı.Paranın yaptırım gücü bu öfkeli adamı uysal bir kediye dönüştürürken, Hannah muhtaçiyetinde öfkeleniyor, ve evdeki uysal kadın sessiz ama her an parlayıp kırıcı sözler söyleyebilen kızgın ve halden anlamaz bir insana dönüşüyordu.
Blog Archive
- September (1)
- May (1)
- March (2)
- October (1)
- March (1)
- June (1)
- March (1)
- December (8)
- October (2)
- July (2)
- March (2)
- January (2)
- July (1)
- June (10)
- April (1)
- March (3)
- February (4)
- January (21)
- December (10)
- November (7)
- October (39)
- September (51)
- August (4)
- July (2)
- June (4)
- May (4)
- February (4)
- January (8)
- December (2)
- November (9)
- October (2)
- August (2)
- July (5)
- June (1)
- May (5)
- April (4)
- March (18)
- February (3)
- January (3)
- December (5)
- November (7)
- October (6)
- September (12)
- June (2)
- February (2)
- August (1)