Sunday, September 20, 2009

part 8: flörtçü dükkanı


Herkesin bir şeyleri aradığı ama ne aradığını tam olarak bilemediği dünyada bir şeyler bizi yönlendirir.Çoğu kez düşünmeden gerçekleştirilen davranışlarımızın altında ilkel atalarımızdan yadigar itkilerimizin yanı sıra bu yönlendirmeleri bulursunuz.Amerikan halkının aşırı tüketimci oluşu, ya da japonların fetişizmi hep bir takım genellemer, yargılama ve yakıştırmalar sonucu ortaya çıkmıştır.
Muhtemelen Türklerin pratik akla hizmet edip günü değilse de yılı kurtarmaktan öte bir amaçla bir şey inşaa edememeleri de bu yakıştırmaların kanıksanmış oluşudur.
Hayır demenin ne kadar zor olduğunu bilirsiniz, kimi kez evet demek zor olsa bile evet demenin zorluğu hiç bir zaman hayır demenin zorluğuyla yarışır nitelikte olmamıştır.Taki o güne dek..
Sıkıcı bir iş rutininden sonra hava kararmış, Gwen ayaklarını sıkan topuklularından kurtulmanın ve gün içinde bir kaç kez düzeltilmiş makyajını silmenin dışında bir isteği kalmamıştı..
Bir de gün içersinde kendine vakit ayırdığını, yani hayatın iş ve ev arasındaki sıkıcı rutinden ibaret olmadığını kendisine ispatlaması amacıyla ne olursa olsun- türden bir film almayı ve yeni kaplattığı şarap pembesi renginde kanepesinde uzanıp filmi izlemeyi -aklına koymuştu.Yirmibirinci yüzyılda kişisel özgürlük dedikleri bu olsa gerek diye düşündü, bir fare kapanına benzeyen hayatımızda izleyeceğimiz filmi seçme özgürlüğüne sahibiz, neyse ki...
Doksanlı yıllarda salık veren video film kiralama modası ikibinlerde dvd kiralamaya evrilmiş, eski beta videoların yerini lazer teknolojisi almıştı.
Gwen, sekizinci kattan ayrılıp asansörden aşağı indiğinde omzundaki içinde bir kaç dosyanın ruj, makyaj malzemesi ve kalem kağıt gibi kırtasiye eşyasının yanı sıra hijyenik ped, ecza dolabından bir kaç temel ürün- aspirin, ağrı kesici vs gibi ve ufak bir ajandayla renkli kalemlerin kapaklarının açık olduğu için çantanın içinde dağıldığı mentollü sakızların ve tarihi geçmiş bir gazete ekinin bulunduğu çantanın ağır yükünü iyiden kavramıştı.Biz kadınlar böyleyizdir işte, diye söyledi onunla aynı katta çalışan gün boyu kahkahalarını işittiği temizlik görevlisi Hannah 'nın sararmış dişlerine rağmen sıkkılmadan dünyaya fırlattığı neşe dolu bakışlar ve hoş gülümsenin eşliğinde, 'ne bulursak fazlasıyla yükleriz, o kadar ki, taşınmaz olana kadar..Sınırları zorlamayı seviyoruz, sanırım'
İkisi de müstehcen bir söz edilmiş gibi kıkırdamaya başlamıştı.'Evet' diye onayladı Hannah, Gwen'in ne kastettiğini anlamamıştı ama bu kadının yakın ilgisi hoşuna gitmişti doğrusu.'Taşana kadar doldururuz hep, ben de pazar günleri Elm Street üzerinde kurulan pazara gittiğimde kendimi ne bulursam almaktan alıkoyamıyorum.Tabii bunun ceremesini zavallı kollarım çekiyor, yorgunluktan şişmiş ve ağırlık taşımaktan kızarmış zavallı kollarım..Eve döndüğümde onları bir kova soğuk suda dinlendiriyorum'.Hannah'ın kahkahaları asansör boşluğundan onbirinci kata kadar yankılanıyordu.
Gwen bir an konuştuğu kadının kendisine benzemediğini bir yabancı olduğunu , aslında onun kendi sınıfından bile olmadığını anladı; samimiyet anlamında katedilen mesafeyi hızla geri yerleştirme kararını alması ve kahkahalarını önce sessizlik ardından asansörün inmesini bekleyen bir homurdamayla değiştirmesi otuz saniye gibi kısa bir sürede oldu.Asansör zemin kata indiğinde karşısında birdenbire tepki değiştiren bu kadının niçin birden böyle soğuk davrandığının sebeplerini düşünmeye çalışan Hannah, çekinerek 'iyi akşamlar' dileyerek adımlarını uzattı ve Gwen'in yanından uzaklaşarak, sosyal konutlarda göçmen mahallesinde yaşadığı fare deliğini andıran dairesinin yolunu tuttu.'Sorun ben miyim?' diye düşündü üç otobüs değiştirerek evine vardığı yol boyunca..Evet sorun benim, ve ölçüsüz kaba hareketlerim...'Yine kendini suçluyordu işte.Bay Klee, sosyal konut psikoloğu, Hannah ve arkadaşlarının hastalığına bir ad koymuştu,yansıtılmış dışlanmışlık; bu kişiler işçi sınıfına ait oldukları için toplumsal dışlanmışlıklarını kişiselleştiriyor böylelikle toplumsal dışlanmışlıkları kişisel ezikliğe çeviriyorlardı.İşçi sınıfında olmak ve ezik olmamak için yatıştırıcılar kullanmanız gereken son şeydi.Kızgın olmalıydınız, hadlerini bildirmeliydiniz onlara...
Soğuk bir New York akşamıydı ve Gwen evin köşesindeki videocuya bir göz atma gereği duymuştu, omzundaki çantanın ağırlığına aldırış etmeksizin...Belki de tüm zamanını tv sit-comları karşısında geçirdiğinden, nedense içinde bir yerlerde, hayatı boyunca onu mutluluğun zirvesine çıkaracak erkeğin, bir videocunun köşesinde onu beklediğine dair saçma sapan, çarpıtılmış bir düşle onaylanmış olasılık kaynaklı, bir his taşırdı...

Blog Archive